Bilindiği gibi Girit, Osmanlı topraklarına en son katılan ve Osmanlı egemenliğinin en gevşek örüldüğü coğrafyadır. Burada başta Resmo, Hanya ve Kandiya olmak üzere Müslümanlarla Rumlar 150 yıl dostça yaşamışlardır. Ancak Osmanlı çözülüp, parçalanmaya ve milliyetçilik akımları etkisini göstermeye başlayınca bu tablo hızla
değişir. Girit’te de Yunan isyanı sırasında bir süredir yaşanan isyanlar artar .Özellikle Resmo ve Hanya’da yoğun çatışmalar yaşanmaya başlar.
Giritli Hüseyin Bey, Resmo’da diğer Giritler gibi çiftliklerinde ve zeytinliklerinde çalışmakta hem de meydandaki büyük çınarın altındaki “TAŞ KAHVE”Yİ babası Nuri bey ile beraber çalıştırmaktadır.
Ama özellikle Mora isyanından sonra ortaya çıkan milliyetçi akımlar Giritli Hüseyin Bey ve ailesi için o zamana kadar hiç duymadıkları ve bilmedikleri endişeler yaşamalarına neden olmuştur. Giritçe konuşan Rumlar ve Türkler artık dostluklarını sorgular, ayrı kahvelere gider olmuşlardır.
1912-1922 yılları Balkanlar’da, Ege Adalarında ve Anadolu’da büyük acıların yaşandığı yıllardır. Yunanistan’da yerleşik Müslümanlarla Türkiye’de yerleşik Ortodoks Rumların zorunlu göçünü öngören Mübadele Sözleşmesinin imzalandığı bu yıllar, 1922 yılında Lozan Barış Konferansı toplandığında, buralarda yaşayanlara hiç sormadan iki milyon civarında insan yurtlarından kopartılarak, yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya mecbur edilmiştir. Adada Müslüman halk için 19. yüzyıl sonlarında başlayan göç Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile zorunlu hale
gelmiştir.
Baba Nuri bey’in yüreği kökünden koparılmaya dayanamaz. Girit’ten ayrılamadan vefat eder. Hüseyin bey annesi Adile Hanım babasının mezarını ve yüreklerini Giritte bırakarak onları Türkiye’ye götürecek olan vapura binerler.
Yıl 1923 Anne oğul için yeni vatan artık mübadillere gösterilen Ayvalık Cunda adasıdır. Anne Adile Hanım hep “burası Girit’e benziyor” diyerek hasretini gizlemeye ve oğlunun yeni vatanda kök salmasına destek olmaya çalışır.
Burada onlara verilen kahve Girit Resmo’daki kahveleri gibi büyük bir kahve değildir. Ama artık vatan burasıdır. Hüseyin bey hem annesini hem de ailesini geçindirmek zorundadır. Yeni vatanında ve yeni kahvesinde mutludur.
Yıl 1927. Bir gün Hüseyin Bey tesadüfen şimdiki “Taş Kahve”nin satılacağını öğrenir. Hemen yanındakilere kırık Türkçesi ile “benim param var ve burayı çok sevdim mutlaka satın almalıyım” der. Artık çok sevdiği Taş Kahve’ onundur. Önce iki kahveyi birlikte işletir ama bir süre sonra küçük kahveyi satar. Artık sadece Resmo’dakine
benzeyen “Taş Kahve” vardır.
“Taş Kahve, inşasında kullanılan doğal sarımsak taşı, taş işçiliği,yüksek tavanı ve kolonsuz inşası ile dönemin en mükemmel mimari yapısıdır.Günümüzde bile binanın atmosferi daha adımınızı atar atmaz büyüler”.
Bu arada Hüseyin Bey Soyadı Kanunu ile “BARIŞ” soyadını alır. Annesi Adile Hanım vefat ettikten kısa bir süre sonra ise yine Girit mübadili olan Aliye Hanım ile evlenir. Yeni vatanda kök salınmaya başlanmıştır. Oğlu Ali Barış dünyaya gelir. Ne yazık ki Hüseyin Barış’ın mutlu evliliği 10 yıl sürer ve oğlu Ali Barış 3 yaşında iken yorgun yüreği durur.Hüseyin Barış’ın vefatından sonra Aliye hanım eşinden yadigar kalan “Taş Kahve”yi ve aileye ait tüm değerleri çok iyi koruyarak yeni nesillere aktarılmasını sağlar.
Şu anda “Taş Kahve” oğul Ali Barış’a ait ve ailesi ile birlikte “Dededen-toruna” uzanan bu tarihi mirası aynı şekilde koruyarak hizmet vermektedir.
0 yorum:
Yorum Gönder